matematik - ..~~Ah şu Matematikçiler~~..


 


     

         
 AH ŞU MATEMATİKÇİLER!
     Bilimle, Matematikle ilgisi olmayanlar bilim adamlarına ve matematikçilere farklı gözle bakarlar ve kendi aralarında konuşurken şu soruyu sorarlar:

-         Kimdir bu adamlar?

-         Özellikleri nelerdir?

-         Onları diğer insanlardan ayıran farklılıklar nedir?

 

 

Çoğunlukla benzer cevaplar işitilir:

-         Onlar dalgındır!

-         Egzantirik kişilerdir!

v.b.

Gerçekten bunlar doğru mudur? Kuşkusuz bir genelleme yapmak mümkün değildir ama pek çok örnek arasından seçeceğimiz birkaç anektod bu hükümleri doğrular niteliktedir.

Öncelikle bu kişilerin dalgınlıklarını, takıntılarını, tutkularını veya diğer insanlardan farklı espiri anlayışlarına değineceğiz.

Davit Hilbert: (1862-1943):

 Matematiğin   gerçek  babalarından  bir tanesi. Bir gün  Hilbert’ lerin evinde davet veriliyor. Birden Bayan Hilbert bakıyor ki Hilbert gömleğini değiştirmemiş. Eşi Hilbert’in yanına gidip “Bu gömlekle insanların yanına çıkma , hemen yukarı çık, gömleğini değiştir gel.” der. Hilbert yukarı çıkar, aradan 5 dakika, 10 dakika.......... geçtiği halde aşağı inmez. Bayan Hilbert telaşlanır, yukarı çıkar ve gördüğü manzara şudur. Hilbert pijamalarını giymiş, yatağa girmiş, uyuyor.

Bu durum Hilbert için hiç de tuhaf değildir. Çünkü Hilbert her şeyi düzenli bir şekilde yapmaya alışmıştır. Hayatı boyunca yatak odasına gittiğinde ceketini çıkarır, kravatını çıkarır, gömleğini çıkarır, ondan sonra yapılacak şey nedir? Bundan sonraki aşama, doğal olarak pijama giyip, yatıp uyumaktır. O da onu yapmıştır.

Hilbert’in görev yaptığı Götingen’de bazı şeyler o dönemde çok daha formal yapıdadır

Fakülteye yeni bir eleman geldiğinde kendisini fakülte mensuplarına tanıtmak zorundadır. Bunun usulü ise siyah takım elbise giyip, başına şapka taktıktan sonra bir taksi tutup lojmanlar arasında tura çıkmaktır. Taksi her lojmanın kapısında durdurulur. Taksiden inilip evin kapısı kibarca çalınır ve yeni eleman kapıda kendisini karşılayan kişiye kartvizitini takdim ederek kendini tanıtır. Eğer evin sahibi olan profesör evde değilse taksiye biner ve diğer eve gider. Ancak profesör evdeyse elemanın içeri girmesi ve birkaç dakikalık bir sürede kendisini tanıtıcı bazı  şeyler söylemesi beklenirdi. Günün birinde yeni bir eleman gelir ve Hilbert’in kapısını çalar. Kapıyı bayan Hilbert  açar. Hilbert evde olduğu için konuk içeri davet edilir. Yeni eleman içeri girer bir koltuğa oturur, şapkasını çıkarıp koltuğun yanına yere koyar ve başlar kendini tanıtmaya. Ancak bir türlü susmaz.  5 dakika geçer, 10 dakika geçer yarım saat geçer adam hala konuşmaktadır. Hilbert gittikçe sabırsızlanır. Bir süre daha tahammül ettikten sonra yerinden kalkar eğilip misafirin şapkasını yerden alıp başına koyar, eşinin omuzuna dokunarak  “ Hayatım” der, “Genç arkadaşı daha fazla rahatsız etmeyelim. Hadi biz çıkıp gidelim” ve kendi evinden eşini de alarak çıkar gider.

19. yüzyılın sonunda, 20. yüzyılın başlarında Almanya’da Göttingen Üniversitesi tarihin en parlak dönemini yaşamaktadır. David Hilbert bu  ortamda bulunmaktan çok memnundur. Fakat kendisini Berlin’e gitmesi için ikna etmeye çalışanlar vardır. Bunlardan biri de Leo Köenigsberger.  Berlin’e gitmeyi kabul etmesi halinde kürsüsünü Hilbert’e devretmeye hazır olduğunu söyler. Bayan Hilbert böyle bir değişikliğe sıcak baksa da Hilbert ‘in böyle bir niyeti yoktur. Ancak iki tarafı da  kırmamak için ekstra istekler  sıralamaya başlar. Kendisini ikna etmeye çalışan ekibin içinde yer alan Friedrich Altroff  “Ama”, der “Hocam bütün bu istedikleriniz Berlin de bile yok.” Hilbert mutlu bir şekilde gülümser  “Tabii, der, zaten Berlin de Göttingen değil ki.”

Prof. Marat Andreeviç Evgrafov :

Sovyetler Birliği döneminde Moskova Bilimler Akademisinde ünlü bir matematikçi olan Evgrafov bilimsel yönünün yanı sıra dalgınlığıyle ünlüdür.

Bir toplantı öncesi arkadaşlarından birinin dikkatini Evgrafov’un ayakkabıları çeker. Sol ayağında siyah ve sağ ayağında kahverengi ayakkabı vardır. Hemen yanına yaklaşır

-“Sayın Hocam” der sessizce, “ayakkabılarınızı yanlış giymişsiniz, hemen eve gidip ayakkabılarınızı değiştirir misiniz?”

Evgrafov

-         “Peki.” deyip eve gider, biraz sonra geri döner. Fakat bu kez sol ayağında kahverengi ve sağ ayağında siyah pabuç vardır. Arkadaşı hemen yanına yaklaşır ve

-         “Aman Hocam,”  der, “ne yaptınız? Yine yanlış pabuç var ayağınızda.”   - “Ama” der Evgrafov “evde başka ayakkabı yoktu ki.”

Alfred Errera: (1886-1960

Ünlü bir matematikçi. Diğerlerinden  bir açıdan farklı. Mültimilyoner. Evinde vermiş olduğu davetler gerçekten sosyal bir olaydır. Her türlü yiyecek, içecek, değişik marka ve türde şaraplar vs.

Bir defasında Errera, Paul Levy (1886-1971) onuruna yemek verir. Herşey mükemmeldir. Gece mutlu bir şekilde sona erer

Ertesi gün Errera yolda karılaştığı Levy’e “Hocam dün geceki toplantı beni  çok mutlu etti”der. Levy’in cevabı çok ilginçtir. “Dün gece neredeydiniz?”

Çünkü Levy aşırı derecede dalgın ve unutkandır.

Teodor von Karman:

Bir Alman Matematikçi. Almanya’da Aachen Üniversitesinde profesördür ve aynı zamanda Amerika’da  Pasedona Cal.Tech. de  ders vermektedir. Çeşitli hava yollarının danışmanlığını yaptığından istediği an uçaklarda ücretsiz seyahat etme olanağı bulunmaktadır. Bu nedenle zaman zaman Aachen’da , zaman zaman da Cal. Tech.’e aynı konulu bir ders vermektedir.

Birgün Amerika’ya giderken uçak rötar yapar. Dersine son anda yetişir. Hemen derse başlar. Bir süre sonra anlattığı konunun fazla zor olmamasına karşın, öğrencilerin oldukça boş bakışlarla kendisini dinlediklerinin farkına varır. “Hayrola çocuklar” der. Birden gerçeği anlar: Amerika’da dersi Almanca anlatmaktadır. Bundan çok üzülüyor. “Özür dilerim, neden beni uyarmadınız?” diye sorar. Öğrencilerden bir süre ses çıkmaz. Bir süre sonra bir tanesi söz alır ve “Profesör” der, “Üzülmeyiniz. İngilizce de anlatsanız, Almanca da anlatsanız biz her ikisini de aynı şekilde anlarız. (Bunun karşılığı ‘Biz anlamıyoruz.’ demektir.)

Norbert Wiener: (1894-1964)

Sibernetiğin babası. Ünlü bir bilim adamı. Fakat aşırı unutkan  ,  aşırı dalgın bir kişi. Bir diğer yönü de fazla sosyal değil,  kalabağın içine, bölüm arkadaşlarına karışmıyor.  Kendi halinde bir kişi.

Birgün bir arkadaşı ile konuşurken “İtiraf et” der “siz bana kendi aranızda Wienie diyorsunuz.” Arkadaşı  hemen cevap verir “Hayır”der, “Biz seni Norbie diye çağrıyoruz.”

Weiner’e büyük hayranlık duyan ancak bir türlü kendisiyle konuşma fırsatı bulamayan bir öğrencisi vardır.

Birgün bu öğrenci postaneye gider. Weiner bir bankonun önündedir ve büyük dikkatle bankonun üzerindeki bir forma bakmaktadır. Birden Weiner bankodan uzaklaşır, tekrar döner ve yine büyük bir dikkatle ve düşünceyle forma bakar yine geriye dönüp gider. Bu gidiş geliş birkaç kez tekrarlanır ve o ana kadar kendisine yaklaşmaya cesaret edemeyen öğrenci Weiner’in yüzündeki ifadeden endişeye kapılır ve cesaretini toplayarak Weiner’e yaklaşıp “Günaydın Prof. Weiner” der. “Size yardımcı olabilir miyim?”   Weiner bir an durur, elini alnına vurarak “İşte kelime bu” der. “Weiner.” Zira Weiner adını unutmuştur.

 

Norbert Wiener  Polonya’ya her gelişinde  Stefan Banach’ı (1892-1945) Amerika’ya gelmesi için ikna etmeye çalışır. Ancak Banach bu konuya sıcak bakmamaktadır. Weiner 1937 deki son ziyaretinde yine aynı konuyu Banach’a açar. Banach cevap olarak

“Peki gelirsem bana ne kadar ücret ödemeyi düşünüyorsun?” Weiner cebinden bir çek defteri çıkartır. Ödenecek miktar kısmına 1 rakamını koyar ve çeki Banach’a uzatır. “Bu 1’in sağ tarafına istediğin kadar sıfır koyabilirsin. Ücretin  o olacak.”

Banach çeke bakıp iade eder.

“Teşekkür ederim. Bu ücret benim ülkemi terk etmem için yeterli değildir ”.

Bu olay 2.dünya savaşı öncesi olmasına rağmen, bütün teklifleri geri çevirip ülkesini terk etmemiş gerçek bir vatan severdir.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol